Şizofreni kokan geceler…
Gecenin oldukça ilerlemiş bir saati, kafamın içi kazan gibi, her dakika değişen bir gündem. Onlarca haber, hangisi doğru hangisi yalan anlamakta zorlandığım bir sürü konuşma, gelen telefonlar, sorulan sorular. Aday adaylığı, partilerin son durumları üzerine yapılan konuşmalar. Bu kadar yoğunlukta bir süre sonra insan gerçeklik algısını kaybetmeye başlıyor. Sürekli taklalar atan bir otomobilde ya da fırtınanın ortasında küçücük bir kayığın içerisinde canınızı kurtarmak için verdiğiniz mücadeleye benzer bir mücadele içerisine giriyorsunuz, çıkış yok ama kurtulmanız gerek.
İnsan beyni böyle zamanlarda çok farklı çalışmaya başlıyor. Hem taklalar atan bir otomobilde, hem de fırtınanın ortasında küçücük bir kayığın içinde bulundum, zaten yıllarca dağcılık yaptım yani doğrudan kendi rızamla insan yaşamını en zorlayan krizlerin içerisine daldım.
Bu nedenle kolay paniğe kapılmam, her durumda sakin kalmasını bilirim, kolay kolay çaresizlik hissi de yaşamam. En sık kullandığım kelime “sıkmayın canınızı bakarız bir çaresine”dir. Beraber çalıştığım arkadaşlarımdan bir tanesi, “şimdi ne yapacağız” diye sordu, bende “bilmiyorum” dedim. Uzun uzun yüzüme baktı, “sen de bilmiyorsan, o zaman durum kötü” dedi. “Bilmiyorum” çok nadir söylediğim bir kelimedir. Gerçi doğrusu “henüz bilmiyorum”dur ama o “henüz” insanlara bir umut vereceği için, genellikle kullanmam.
Bu günlerde bu “bilmiyorum” kelimesini çok sık kullanır oldum. Gerçi evet biliyorum ama neyi bildiğimden emin değilim.
Aşırı hayalciyimdir ama hayallerim eğitimli hayallerdir. Sonuçta, sosyoloğum, okuduğum sürece şunu öğrendim: Bir sosyolog sağlam hayalci olmalı çünkü insanlar gerçek bir dünyanın içerisinde yaşamıyor. Gerçek dünya, o taklalar atan araba, fırtınalı deniz, yalnızlığın ortasında kaybolduğunuz o dağlar, o hayat gerçek, çünkü sadece siz ve Tanrı var. Başka kimse kimseye yardım edemez. Fırtınalı bir denizde, ne kimin seçileceği ne de yüzde kaç oy alacağı umurunuzda bile değildir, daha ötesi bir geleceğiniz dahi yoktur. Sadece o an vardır, o an, yaşamak dürtüsünün en üst seviyeye çıktığı, damarlarınızda kandan çok adrenalin aktığı o anlar. Bu tür anları yaşayan insanlar sakinliği bulduğunda genellikle ya ağlar ya da deli gibi bağırıp gülerler. İnsanlara bunu yaptıran adrenalindir. Adrenalin sizi uyuşturur, farklı bir gerçeklik algısı oluşturur, bir anda her zorluğu yenebilecek kadar güçlü hissedersiniz kendinizi. Oysa ne kadar aciz, savunmasız ve zavallısınızdır o an. Ama ölümü düşünmezsiniz, yaşamak, var olmak için mücadele edersiniz, sonuçta kurtulduğunuzda da deli gibi bağırıp gülersiniz, ölümün kıyısından döndüğünüzü, aslında yaşadığınız her gün uzatmaları oynadığınızı fark edersiniz ve yaşam daha değerli hale gelir.
Peki bunu kaç insan yaşar ve yaşadığı bu anı daha sonra oturup değerlendirir. Pek azı, Allah kurtardı, verilmiş sadakanız varmış, vesaire. İşte bu ders alınası anları bir anda ellerinizden uçurup götüren kelimelerdir. Dedim ya siz ve Tanrı başka kimse yok, elbette kurtuluşunuzu ilahi bir güce bağlayacaksınız, bu yanlış bir davranış değil, her dinde her inançta bu tür yaşanmışlıkların ilahi bir karşılığı vardır. Peki neden Allah seni kurtardı? Cevabı “görecek günlerimiz varmış” olur genelde. Peki seni kurtarması sana bir ödül mü yoksa seni bekleyen daha büyük bir ceza için mi kurtardı. Çoğu zaman cevabı “kader”.
Kader, doğmaktır ve ölmektir. Gerisi tüm yaşananlar, birer derstir. Yaşadığımız sürece başımıza gelen her şey, iyi veya kötü, biz yaptığımız için olur, bizim tercihlerimizdir. “Kaderimiz, başımıza bu geldi”, hayır arkadaş kader falan değil, başına gelen olaydan adım adım geriye git baş sorumlunun kendin olduğunu göreceksin.
“Kafana gök taşı düşer ölürsün bu kaderdir, bugüne kadar kafasına gök taşı düştüğü için ölen kayıtlı sadece 1 kişi var”
Ama hayal edersen yaşadıklarından dersler çıkartırsan işte o kader dediklerinin birçoğunu engelleme şansın vardır. Eğer ki senin müdahalenin bile değiştiremeyeceği şartlar oluşuyorsa, bu durumda uyarabilirsin, uyarılarına kulak asan yoksa o zaman sen de bir adım sonra ne yapacağının kararını verirsin.
Hayat bir satranç oyunu değildir. Hayat dama kadar basit görünen, gerçekte denk güçlerin sadece bir an için karşısındakinin hatasından faydalanıp oyunu alacağı kadar stratejik düşünmeyi emreden bir sistemdir. Deniz ve sen, dağ ve sen güçler denk; yapman gereken tek şey hata yapmasını beklemek ve sabırlı olmak. Dağ kocaman olabilir ama mutlaka bir an içinde olsa güneş açacak, deniz uçsuz bucaksız olabilir ama rüzgâr bir an içinde olsa duracak, paniğe kapılma, bekle, sabret mutlaka yolun açılacak, bunlar olmasa ben şu anda yazamazdım. Unutma sen akıllı bir varlıksın, seni yok eden dağ ya da deniz değil, yaptığın aptallıklardır.
Bu nedenle hayal kur, gerçekçi hayaller, hesaplı, kitaplı, üzerinde düşünülmüş hayaller. Hayatın, her an oynanacak birden çok sahnesine uygun senaryoların her zaman cebinde olsun. Allah akıl vermiş, fikir vermiş nasıl kullanacağın sana kalmış.
Hayatın bir kader olması, düşünmeyenler içindir, düşünen bir beynin tek bir kaderi vardır, ona da çare yok.
Hayatta yaptığımız seçimler bizim kaderimiz değil, yaptığımız doğruların ve yanlışların bileşkesidir. Özetle her seçim bir vazgeçiştir.
Şimdi gece gece niye oturdum bunları yazdım. Başladığım nokta nere, vardığım yer nere. Diyorum ya kafam karışık, hem de çok karışık.
Niyeyse bir sürü denklem yerine oturmuyor, gördüklerim gerçekten olanlar mı, yoksa görmek istediklerim mi. Ama bildiğim bir gerçek, görmek istemediğim, hayalini bile kurarken korktuğum ve ne yazık ki gerçekleşme olasılığı çok yakın bazı olaylar var.
Hele, yapılırsa, şu seçimler kazasız belasız bir yapılsın. Ne olacağı bir ortaya çıksın, sonrası için hayaller var, şartlar neyi getirirse ona uygun.
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.