Son bakış...
Çocukluğumun bir bölümü büyük bahçeli bir evde geçti. Çankırı'da oturuyorduk o zamanlar. Bize yetecek kadar sebze ekerdi rahmetli babam bahçemize. Tavuğumuz da vardı, kedimiz de, köpeğimiz de... Dolayısı ile hayvanları çok severim. Onlarla büyüdüm bir dönem. Sonraları apartman dairelerinde doğadan uzak bir yaşam... Derken çok yıllar sonra emeklilikle birlikte İzmir Güzelbahçe'de bahçeli bir eve taşındık.
Sitemiz yeni kurulmuş, komşular yeni taşınmaya başlamıştı. Çoğu ev henüz tamamlanmamış kaba inşaatta idi. Tam karşımızdaki tamamlanmamış binaya bir köpek yavrulamıştı. Altı yavru ve anneyi uzun süre haşladığım tavuk parçalarını ekmek ile karıştırıp beslemiştim. Köpek almayı istememize rağmen büyük sorumluluk diye diretiyordum. Çünkü onlar da bir can... sorumluluğunu alamayacaksam almak doğru değildi. Oyuncak gibi birbirlerine hediye edip sonra bakamayınca otobanda arabasından yola bırakıverenleri bile duydukça kahroluyordum. Ben öyle avuç dolusu para verip ithal köpek alınmasından da pek hoşlanmıyorum. Sahipsiz o kadar çok hayvan var ki sahiplenmeyi bekleyen. Hiç de ithallerden aşağı değil bizim yerli köpeklerimiz...
Aradan bir buçuk ay geçmiş, yavrular serpilmiş analarını emmeyi bırakmışlardı. Arada bir keyif için emmeye çalışsalar da sanırım dişleri çıktığından analarının canını acıtıyorlar ve emmeye yeltenince anaları onları kovalıyordu...
İçlerinde biri vardı ki oyuncak ayı yavrusu gibi... sevimli mi sevimli... bembeyaz yün yumağı gibi, kara ağızlı... ben tavuk sulu-etli ekmekleri götürdüğümde hepsinden önce paytak paytak koşuyor, ötekiler uyanıp gelene kadar o karnını doyuruyordu. Diğer beş yavru anasını düz emerken o ters dönmüş öyle emiyordu. Hani her evin bir delisi vardır derler ya işte öyle!.. Sevimli, akıllı bir şey.
Sonunda dayanamadık ve sahiplendik. Efe efe yürüyor diye adını “Efe” koyduk. Efe büyüdü 50-60 kg. ayı yavrusu gibi bir şey oldu. Ama öyle akıllı, öyle korumacı... Mahallede diğer komşuların avuç dolusu para ile aldığı cins (!) köpeklere bin basar... Mahallenin ağır abisi oldu. O cüsseye göre yüzünün güzelliği, masum bakışı ise hiç değişmedi.
Sabah ben, akşam eşim gezdiriyorduk. Aileden biri olmuştu. Çocuklarım da, biz de çok seviyorduk. On dört yıl boyunca sokak kapımızın anahtarı üstünde oldu çoğunlukla. Almadık... gerek yoktu. Efe vardı... Haddine mi yabancı biri girsin bahçeden içeri. Bahçeyi bırakın tüpçü, sucu, elektrikçi vs... komşuların bahçesine bile girmeye kalksa kıyameti kopartıyordu. O ev onlara ait değildi çünkü... O zaman onlar hırsızdı ona göre... Küçük köpeklere ve çocuklara şaşılacak bir şekilde saygısı vardı. Komşunun 2 yaşındaki kızı burnuna parmağını sokar, kulağını kuyruğunu çekiştirir de gene de ses çıkarmazdı. Ama hiddetlediği zaman da karşısında kimse duramazdı. Bir de kedileri hiç haz etmiyordu...
Yazları Mordoğan'da yazlığımıza da götürüyorduk. Bir sabah yürüyüş yapıyoruz karşıdan gelen hanım sakınıyor uzaklaşıyor bizden. “Korkmayın, bir şey yapmaz. Hem zaten tasmasından tutuyorum” dedim. “Nasıl güvenebilirim ki! Sizden iri!” demişti.
Derken bu yaz başında efe biraz güçten düşmeye başladı. Çişini yaparken arka ayağını kaldırınca devriliyor, yolda yürürken tökezleyerek düşüyordu. E kolay değil köpekler insan yaşına göre kıyaslanırsa 1 yaşı 7 yaşa bedel derler. Yani 98 yaşa denk geliyordu. Sinirini bozan erkek köpek görünce efelenmekten, dişi görünce çapkınlıktan geri durmuyordu ama pek gücü de yoktu...
Kış başına doğru sabah gezmelerimize gönülsüz oldu. Hazırlanıp “Haydi oğlum gidiyoruz” diyorum. Kafasını çeviriyor. Umursamıyor. Eskiden olsa kapının ağzında bekler bir yandan da keyifle kuyruk sallardı. Akşamları babamızla gezmeleri sürdürdü bir süre... Sonra ona da gücü kalmadı. Artık yattığı yerden kalkmıyor, akşama kadar uyuyordu. Akşam eşim arka ayaklarından tutup ona destek veriyor bahçenin uç noktasına ihtiyacını gidertmeye çalışıyorduk. Ancak bir süre sonra onu da yapamamaya başladı. Kilo vermiş halsiz kalmıştı. Sevdiği yiyeceklere bile dönüp bakmıyordu.
Bir gün çişi kanlı geldi. Veterinere sorduğumuzda “Hareket etmediği için böbrekleri bitmiş” dedi. Artık havalar iyice soğumuş bahçe girişindeki yerinde yatmayıp merdiven inip çıkamadığı için sokak kapımızın önünde yatmaya başlamıştı. Babamız kapı önüne ona kulübe yaptı. İçine eski sünger minderlerden yatak yaptı. Çişini altına yapıyor diye elinde kurutma makinası günde 3-4 kez onu kurutuyor, minderini değiştiriyor “hareketsiz aman üşümesin” diye üstüne eski kazakları örtüyordu. Mama yemiyor diye ucuz tavuk salamlarından bile alıp verdi. Bir yerse ikincisinde kafasını çeviriyordu. Artık gece uykumuz kalmamıştı. Eyvah yağmur yağdı ıslanmasın... aman altına yapmıştır üşümesin...
Öyle baktığımız halde artık hareket etmeyen arka bacaklar kızarmış yara olmaya başlamıştı. Kara kurt sinekleri üstünde uçuşuyordu. Meğer bu durumda kara sinek kurt atar, hayvanı kurtlar kemirirmiş. Bizimki çok iyi bakıldığı ve havalar da serin gittiği için kurtlanmamış.
Bizim köpeğimize bile içimiz böyle yanarken çoçuklarını terk eden analar-babalar, çocukların ve kadınların olduğu evlere, karne alan çocukların okuluna bomba atan vijdansızlar aklıma geldikçe isyan edesim geliyor...
Neyse geçen hafta sonu veterineri getirdik muayene etsin diye. Dişleri yemek yemediği için tartar oluşmuş yakında dökülecekmiş. Arka ayaklar zaten felç, ancak ön ayaklar da felç olmaya başlamış. Acı çekiyormuş. “Bu büyüklükte çoban köpekleri on-oniki yaşını pek geçmez. İlk kez bu kadar uzun yaşayanını gördüm. Bu kadar güzel bakılmasına bağlı” dedikten sonra arka ayağını hafif oynattı. Efe can havliyle “Iyyk” dedi... “Abi bu karar çok zor. Biz veterinerler hayvanları yaşatmaya çalışırız. Ancak seninki artık acı çekiyor. İstersen uyutalım” dedi. Hikmet babamız gözyaşları içinde boğazında bir düğüm bahçeden sokağa kaçarken zor yanıtladı “Nasıl isterseniz” Gitti yol kenarına oturdu. Başını ellerininin arasına aldı. Bir daha kaldırmadı...
Ben mi?.. sormayın...
Komşumuz Gürkan ile kızım Senem Efenin başında kaldılar. Veteriner Okan bey önce anastezi yaparak uyuşturdu. Eskiden olsa yanına kimseyi yanaştırmazken olacakları onaylar gibi sessizce bekliyordu Efecik. Sonra ötenazi iğnesini vurdu Okan bey. Sessiz ve derin nehir gibi akan gözyaşları içerisinde sürekli “Geçecek oğlum” diye başını okşayan Senem ablasına son bir kez baktı Efecik ve başını yere koyup gözlerini kapadı...
Hülya SEZGİN / [email protected]
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.