Söylenenlere itirazım var...
''Ümmet'' nedir ''Millet'' nedir
Muhterem gene kavramları tepetakla attırdı.
Beyefendi, ümmet din birlikteliğini; millet ise soy (kültür) birlikteliğini ifade eder. Onun için Ali Babacan'ın başka parti kurmasının "Ümmete zarar verir, parçalar" şeklindeki açıklamanız niçin bizleri bağlar anlamış değiliz.
Değil sen, Babacan da olsa; el ele verip varsa eğer ortalıkta bir ümmetiniz; ayrıştırabildiğiniz kadar ayrıştırın ama Türk milletinin yakasından elinizi çekin.
Hangi ümmetten bahsediyorsunuz siz Allah aşkına? Anlıyoruz ki; Hz. Peygamber'in vefatı ile ümmet kavramının içi boşaltılmış, anlamını yitirmiş.
Hz. Peygamber'in vefatından sonra ilk dört halifeden üçü katledilmiş, ne adına; sözde İslam adına. Yine Hz. Peygamber'in vefatından henüz elli sene geçmeden torunu katlediliyor, ne adına; o da sözde İslam adına.
Bu ümmetin mi; zarar görmemesi için özen gösterip, dikkat edeceğiz? Ne ümmeti..? Ümmet falan umurumda değil, ben imanımı muhafaza edebilmenin mücadelesini veriyorum, sen neden bahsediyorsun muhterem?
Alın ümmetiniz sizin olsun, bana Türklüğüm yeter.
HDP seçmeni ve millet ittifakı
HDP seçmeninin (kısmen de olsa) İstanbul seçimlerinde Millet İttifakı'nı tercih nedeni; Millet İttifakı'nı kazandırmaktan ziyade ne yapıp edip Cumhur İttifakı'nı cezalandırmaya, kaybettirmeye yönelikti.
İşte onun içindir ki; HDP'li kadın sözcü İYİ Parti sıralarına hitaben "Size rağmen Millet İttifakı'na oy verdik" diyerek bir anlamda "Sizinle hiç bir zaman beraber olmadık, olmayı da düşünmedik, düşünmeyiz de; ama, öte yandan Cumhur İttifakı'na da en büyük cezayı kesmek istedik. Sistem de bize o konjonktürü sağladı ve biz de gereğini yaptık" demek istemiştir.
Cumhur İttifakı, devleti de arkasına alarak devasa gücü ile siyaset kurumunu kendi nefsine göre dizayn edip, şekil vermekte ısrar edince; HDP'yi ateşleyip, nereye düşeceğinin hesabını yapmadan fırlatıp attı, onun da düştüğü yer ne tesadüf ki; Cumhur İttifakı'nın ekin tarlasıydı!
Bilmem anlatabildi mi?
'Tek adam' sistemi hukuksuzluğu sona erdirmiş midir?
Devlet Bahçeli salı günkü grup konuşmasında "Cumhurbaşkanlığı hükumet sistemi ile hukuksuzluk sona ermiştir" dedi.
Sayın Bahçeli siz bu değerlendirmenizi ancak size biat eden iflah olmaz, azatlık kabul etmeyen kölelerinize yutturabilirsiniz.
Ama bizler çok iyi biliyoruz ki; O günkü cari hukukumuza göre bulunduğu mevkinin hukuki sorumluluklarını ihlal ederek, fiili durumlar yaratıp keyfiliği adeta alışkanlık haline getiren Recep Tayyip Erdoğan'ı; hukuki çizgiye davet için gereğini yapmak muhalefet olarak sizin asli göreviniz iken; tam aksine bu gayri fiili durumdan kaynaklanan konjonktürü koltuğunuzun bekası için kullanma kurnazlığına gittiniz. Çünkü adamı hukuka uymaya davet etmeniz gerekirken, hukuku adamın paşa gönlüne göre dizayn ettirmenin öncüsü oldunuz.
Evet Cumhur İttifakı tarafları olarak sürekli fiili durumlar yaratıp, sonra işinizi hallettikten sonra bu gayri meşru fiili durumlara hukuki zırh geçirseniz de; kısa vadede durumu kurtarabiliyorsunuz ama millet en sonunda sizi sandık başında yakalıyor haddinizi bildiriyor. İstanbul halkı 800 bin oy farkla evire çevire haddinizi bildirmiş olmasına rağmen siz hala "İstanbul halkı tercihini yanlış yaptı" diyorsunuz. Bu değerlendirmeniz; buyurgan ceberut bir belleğin dile gelmesinden öte bir şey değildir. İstanbul halkı da sizin Türk siyasetindeki varlığınızı tamamen yanlış buluyor zaten. Onun içindir ki milletle sandıkta tek başına yüzleşmemek için işi sistem değişikliğine kadar götürdünüz.
Dolayısıyla iddia ettiğiniz gibi "Cumhurbaşkanlığı hükumet sistemi" hukuksuzluğa çare olmamış; T. Erdoğan karşısındaki acziyetinizin ve koltuğunuzun bekasının başımıza musallat ettiği bir ucube dir.
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı meclis toplantısına dair izlenimim
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı toplantısını canlı izledim. AKP grubu "Eylül'den itibaren toplantı gün sayısının 5 gün olması"nı içeren önergeyi verdiler.
Ekrem İmamoğlu ise "Eğer gündeme ilişkin görüşmeler bir gün veya bir kaç saat içinde tamamlanacaksa, 5 gün buraya gidip gelmenin ne anlamı var?" diyerek önergeyi oylamaya koymadı. Ancak AKP grubunun söz konusu önerge üzerine itirazları nedeniyle yaklaşık yarım saatten fazla kısır tartışma sürdü gitti.
Bu arada AKP sözcüsü diyor ki; "İyi ya; fena mı, İstanbul halkı toplantıları 5 gün süresince izlerler"
AKP sözcüsünün bu kinayeli cümlesinden bizim anladığımız şu; AKP, İmamoğlu dönemi ile meclis oturumlarının İstanbul halkına canlı izletilmesinden çok rahatsız. Çünkü AKP grubunun amacı meclis üyeliklerinin çokluğuna yaslanarak meclis çalışmasına engel olmak ve İmamoğlu'nu zor durumda bırakmak. Bu tavırlarının canlı izlenmesini istemiyorlar. Peki ne yapmak istiyorlar; toplantıların 5 güne yayılarak, İstanbul halkını bıktırarak canlı yayını izlemekten uzaklaştırmayı amaçlıyorlar.
İslam'ın şartı beş. Peki cennetlik olmamız için yeterli mi?
İslam'ın şartı beş. Bunların gereğini yaparsak cennet bizim için hazır mı yani; sanmıyorum.
Mesela, hep merak etmişimdir; günde belli bir süreliğine "Anlayarak okumayı" ilave edecek olsak ve şartı 6'ya çıkarsak Allah'ın gücüne mi gider, yoksa takdir mi eder? Şimdi siyasal İslamcılar buna "Tabi ki gücüne gider" derler değil mi?
Zamanında İslam'ın şartı 5'tir diye tespit edenler hangi kıstasa göre bunu sıralamayı yapmışlar acaba? Peygamber efendimize ilk emir "Oku" ise; niçin İslam'ın beş şartı içinde yok veya ilave edilmedi?
İslam'ın esas ruhundan uzaklaşıp, siyasallaştırıldıktan sonra özellikle değil bir Müslüman; her insan için elzem olan okuma, dolayısıyla öğrenme ihtiyacı ve gerekliliğinden kaçınılmış. Çünkü halkın bilinç düzeyinin artması "Siyasal İslam"ın daima kâbusu olmuştur. Bilinçli halk Siyasal İslamcı yöneticileri daima korkutmuştur. Ondandır ki; bu çelişkiyi ortadan kaldıran "LAİKLİK" için "DİNSİZLİK" demek işlerine gelmiştir.
Ben şahsen ilaveten "Günlük periyodik okuma ve tefekkürde" bulunmayı iman sahibi şuurlu Müslüman için şart olarak görüyor, kendi günlük yaşantımı da ona göre programlıyorum.
7 Haziran 2015'den itibaren yaşadıklarımızın vebaline Devlet Bahçeli de ortaktır
AKP'nin bu ülkeye verdiği ve vereceği zararın yarısı hatta fazlasında Devlet Bahçeli ve avenesinin katkısı büyüktür.
7 Haziran 2015 seçimleri itibariyle başlayıp 15 Temmuz ihanet süreci de dahil olmak üzere hala devam eden sıkıntıların temelinde; parti kurumsal kimliği ideali ve ülküsünden ziyade her daim siyasi konjonktürü ve parlamento aritmetiğini kullanarak sadece koltuğunu koruma ve kollama amacında olan Devlet Bahçeli'nin koltuk hırsı vardır. En büyük kabahati de uzun iktidar sürecinden sonra ilk defa 7 Haziran'da meclis çoğunluğunu kaybeden AKP'nin; Devlet Bahçeli'nin erken seçim kararı ile 1 Kasım erken seçim ile tekrar tek başına iktidar olmasını sağlamasıdır.
Velhasıl kelam; ülkemizde yaşanan kırılmaların tetikleyicisi Devlet Bahçeli ise; yaşadıklarımızın müsebbibi de bir anlamda kendisidir.
Gün geldiğinde Recep Tayyip Erdoğan "Evet, benim de çok hatalarım olmuştur ancak Devlet Bahçeli; siyasette oluşan konjonktüre sürekli müdahale ederek, siyasetin kendi inisiyatifinde yönlenmesini sağlamıştır. 7 Haziran'da hükumette veya başka bir koalisyonda yer almak istedi de biz mi mani olduk" dese hiç de haksız sayılmayacaktır.
Not: MHP kurumsal kimliğini ayrı tuttuğuma dikkat çekmek isterim. Zira MHP kurumsal iradesinin gasp edildiğine inanıyorum.
Yeter artık!
Dünyanın neresinde ipten kazıktan kopmuş sapkın iti köpeği varsa ülkemize boca edilmesini kabul etmek zorunda mıyız?
Bu göçmenler dünyanın her tarafında varlar ama mesela Almanya'da böyle vakıaları görmüyoruz, duymuyoruz. Çünkü onlar hep nitelikli ve yetişmiş olanları aldılar kalanları da bizim gibi ülkelerin başına musallat ettiler.
Yine bir tecavüz vakıası, yine yabancı uyruklu ve yine başı boş gezen serseriler.
Ne kadar göçmen varsa denetimli ve güvenlikli kamplarda ikamet ettiril melidirler. Periyodik olarak güvenlikleri sağlanıp, ülkelerine geriye göçleri sağlanmalıdır. Eğer bayramlarda gidip de tatil yapacak kadar güvenliğe sahipseler; niçin tekrar dönüyorlar. Onlar sadece zorda kalmış göçmenler, TC vatandaşı değiller ki; tekrar gelsinler.
Bunun dışında özellikle Suriye göçmenlerinin gelişine göz yummak veya gelmiş olanların kalıcılığını kabullenmekten bir anlam çıkar ki o da; ülkemizin demografik ve coğrafi yapısını değiştirmektir. ''Güney Kürdistan''ı kabul edenlerin bir de ülkemiz sınırları içinde doğal uzantısı deyip ''Kuzey Kürdistan''ı inşa projesine hizmet olabilir. Şimdilik olmasa bile gelecekte potansiyel bir alt yapının oluşmasına neden olur; hazır ikiz yasalar da meclisimizde kabul edilmişken.
İKİZ YASALAR
Bir ülkede etnik azınlıklara veya halklara kendi kaderlerini kendilerinin tayin etmesi hakkının tanınmasıdır.
MHP 57. hükumet dönemimde bu yasa çalışmasının komisyonlardan geçmesine mani olmuş olsaydı AKP hükumeti döneminde yasallaşmayacaktı.
Edepsizliğin ve hadsizliğin dibe vurma hali
MHP'li Semih Yalçın'dan Akşener'e; "Kendi mabadı açıkta dururken başkalarını ayıplaması ahlaki düşüklüktür" demiş.
Semih Yalçın Prof. falan değil, bir zavallıdır.
Demek ki ülkücü sadece MHP'de ikamet etmekle olmuyormuş. Cümlede geçen "Mabadı" kelimesi; Türk töresinden nasiplenmiş bir erkeğin bir bayan için kullanabileceği ifade olamaz.
Meral Hanım'ın Semih Yalçın'ı öfkelendiren sözleri siyasetin kaldıramayacağı ifadeler değildi. Ancak öfkesi aklını teslim alınca ve de siyaseten söylenecek bir söz de bulamayınca o aşağılık benzetmeyi yapabilmiştir.
Ülkücü; belli bir edep ve adap kaidesi içinde İslam inancı ile yoğrulmuş Türk örf ve geleneğini; içselleştirerek günlük yaşamını bu minvalde sürdüren adam gibi adamdır. Ya Semih Yalçın?
Ne diyelim; üstelik de bir bayan için o sözleri sarf etmek; elbette acizliktir. Türk töresinde erkek tarafından bir kadına kem söz söylemek hemcinsine söylendiği kadar kolay değildir. Yazıklar olsun.
Fetöcü emarelerini kendileri üzerinde göründükçe kurbanı başkalarından seçiyorlar
Meral Akşener'i zorlama ve kurgu ile Fetö'cü ilan etmek gibi psikolojik zulmü reva görenler (Gerçi onun torununun çükünde bile değil) sözüm size; Bülent Arınç; "Cumhurbaşkanlığı Yüksek İstişare Kurulu üyeliğimden alacağım maaşın bir kısmını Fetö soruşturması yaşamış KHK mağduru ailelere bağış yapacağım" diyor.
Belki de vicdanı kendini bu itiraflara sürükledi, o başka konu ama Meral Hanım'a iftira atan belgesiz, insafsız ve merhametsizler sizde zerre kadar şeref varsa esas Meral Hanım'a değil Bülent Arınç'a niçin dava açılmadığını sorar, üzerine gidersiniz.
Velhasıl kelam; Fetö ile mücadele devlet için değil AKP, belki de Cumhur İttifakı'nın istikbali için yürütülen bir süreç. Fetöcü'nün kardeşi bakan, darbe yapan generalin kardeşi büyükelçi. Daha neler neler. Siz bizimle kafa mı buluyorsunuz?
Adam resmen "Ben maaşımı Fetöcü yakınlarına bağış yapacağım" diyor. Bu cümleyi AKP'li değil de bir başkası her kim kullansaydı kodese girmez miydi?
Bülent Arınç bir önceki mülakatında her şeyi berbat etmişti, düzeltmek için belli ki yandaş kalana kendisi için program siparişi vermiş ama daha beteri oldu.
Allah bunların cümlesini şaşırttı. Allah Türk milletine sahip çıktı, bunları da bizatihi kendi iradeleri ile azar azar yolcu ediyor anlaşılan.
Cumhurbaşkanlığı Yüksek İstişare Kurulu
Anlaşılan o ki Cumhurbaşkanlığı Yüksek İstişare Kurulu; AKP'nin gedikli yaşlılarından müteşekkil olup, onları bir araya toplayarak orada burada yaramazlık yapıp, yeni kurulan partilere sarkmasınlar diye uydurulmuş bir ihtiyar heyetidir.
Bakıyorsunuz hepsi ihtiyar ve hepisi AKP'li. Mesela bir tane emekli genel kurmay başkanı yok. Mesela niçin bir holding patronu yoktur. Geçmişte görev yapmış başka partilere mensup hariciyeci veya ekonomi bakanı yoktur.
İşin garibi verdikleri beyanatlardan anlıyoruz ki tam anlamıyla görev ve yetki tanımlarına da vakıf değiller.
İlk önce "Her birisi haylaz siyasi kaşar olan bu ihtiyarları bir arada nasıl tutabiliriz ki; bize zarar vermesinler"in cevabı aranırken Cumhurbaşkanlığı Yüksek İstişare Kurulu'nu kurmak akıllarına gelmiş gibi. Yani işe göre adamlar değil, adamlara göre iş ayarlanmış.
Bu ihtiyar heyetinden israftan öte hiç bir halt olmaz. Kozmik odayı; bir kurgunun içinde yer alarak Fetö, dolayısıyla ABD'ye peşkeş çekmiş adam bu kurulun baş gediklisi ise vay halimize.
Balgat mukimi ve avanesi özgür düşünen demokrat Türk milliyetçilerine sürekli çemkirmekle meşguller. Kozmik odanın namusunu peşkeş çekenler hale iltifata tabi tutulup, itibar görüyorlarsa; ülkücülüğünüz ve milliyetçiliğinizde samimiyseniz Cumhur İttifakı'nın uhdesinde olup biten bu yanlışlara nasıl mani olamıyorsunuz?
Kısa kısa
Ali Babacan'a açılan davanın red edilmesinin nedeni; Fetö'nün AKP'deki siyasi ayağının deşifresi olması ve bumerang etkisi yapacağı korkusundandır.
...
Şeyma Subaşı'nın kitabı kırk bin satmış. Birinci baskı tükenmiş, ikinci baskısı yapılacakmış. Doğrusu kitaba ''El mi basmışlar'' yoksa okumuşlar mı merak ettim doğrusu.
Öyleyse kitap okuma alışkanlığını artırmanın formülünü bulmuş oluyoruz. Önce Şeyma Subaşı gibi isimleri bulup, zengin erkeklerin yanına staja göndereceğiz, sonra onları evlendirip bir süre sonra da boşandırıp akabinde kitap yazdıracağız.
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.