SULTAN II. ABDÜLHAMİT HAN’SIZ GERÇEK 100 YIL
Bu ifade 2011 yılında Sultan II. Abdülhamit Han’ın vefatının üzerinden 100 yıl geçmeden Mustafa ARMAĞAN tarafından hükümet terminolojisine “armağan” edilmişti. “Abdülhamitsiz 100 yıl.”Ne Han’ı, ne Sultan’ı var ne birincine de ikinci olduğu belli.
Sultan II. Abdülhamit Hansız 100 yıla hem de ilk yıldan başlayalım. Hani demiştik Sultan II. Abdülhamit’in son bir yılı da Saltanatdan sayılmamalı. Bakın daha o zaman ne diyordu? İkinci Kanun-ı Esasi yazılırken rica etmiyordu adeta yalvarıyordu; “Hiç değilse hukuk-ı şahane olarak Sultan’a Harbiye Nazırı ile Bahriye Nazırı’nı tayin yetkisi verin. Bu meclisin Hıristiyan vekilleri Türk olmayan Müslümanlarla birleşirse bir Ermeni Harbiye Nazırı, bir Rum’u da Bahriye Nazırı seçebilirler,”demişti de sözünü daha sonra pişman olacaklara dinletememişti.
1908 Meclis-i Mebusanındakivekil sayısı konusunda bilgi veren kaynaklar birbirinden farklı rakamlar verir. Ancak biz İttihat Terakki uzmanı FerozAhmed’in verdiği rakamları tercih edelim: O mebus mevcudunu 288 olarak vermektedir. Bunlar:
147 Türk,
60 Arap,
27 Arnavut,
26 Rum,
14 Ermeni,
4 Yahudi ve
10 Slavolarak dağılmaktadır.
1908’de II. Meşrutiyet’in ilanına rağmen İttihat Terakki Cemiyeti kabineyi tam anlamıyla ele geçirememişti. İslamcı hareketleri kontrol altında tutan İngiltere Osmanlıdaki “Volkancı-islamcıları” destekleyerek 31 Mart Vakasının ortaya çıkmasına sebep oldu. Hürriyet ve İtilaf Fırkası 1912 yılında iktidarı elde tuttu.
1913’de İttihat Terakki Babıali Baskını ile Hürriyet ve İtilaf Fırkası Hükümetine darbe yaptı. iktidarı kesintisiz olarak ele geçirdi.
Sultan II. Abdülhamit Han’ın tahttan indirilmesinden 3 yıl sonra Trablusgarb savaşı sürerken Balkan savaşı başlamıştı.
Her iki savaş Sultan II. AbdülhamitHan’in yokluğunun eseriydi. Yeni hükümet İtalyanların Trablus’a saldırmama garantisine kanarak Trablusgarp’daki askerin ve malzemenin çoğunu Yemen’e göndermişti.
Sultan II. Abdülhamit Han’ın dış politikası “devletler rekabetinden faydalanmak” idi. Saltanatı zamanında Osmanlı’yı işgal planı olan devletleri kontrol altında tutarak Osmanlı’ya karşı birlikte hareket etme düşüncelerini etkisiz hale getirmişti. Ancak İttihat Terakki İktidarı bir iyiniyet göstergesi olarak Balkanlarda Bulgar-Yunan anlaşmazlığını çözmüştü. Birbiriyle uğramaktan Osmanlı’ya saldırmaya cesaret edemeyen bu devletler barıştırıldıktan sonra Osmanlı’ya savaş ilan etmişti.
Karadağ ve Sırbistan 1878’de, Bulgaristan 22 Eylül 1908’de bağımsızlıklarını ilan etmişlerdi. Yunanistan 1829’da ayrılmıştı.
Sultan II. Abdülhamit Han olsaydı Osmanlı büyük savaşa girer miydi?
Devletleri idare eden hükümetlerin dış politikalarında temel değişiklikler olmaz. İttihat Terakki Partisi dış politikada Sultan II. AbdülhamitHan’inAlmanya müttefikliğini devam ettirdi.
Ancak buna rağmen Abdülhamit Enver Paşa’ya “ büyük savaşa girişte acele edildiğini” ifade edecektir. O da biliyordu ki eninde sonunda Osmanlı savaşa çekilecekti. Çünkü İtilaf devletleri Türk topraklarını ele geçirmek için fırsat kolluyorlardı.
Milli Mücadele’de Sultan II. Abdülhamit Han nasıl davranırdı?
Padişah Vahdettin’den farklı olarak ne yapabilirdi?
Sultan II. Abdülhamit Han Türkî düşünen biriydi.
Sultan Vahdettin’den daha iradeli olarak Milli Mücadele’yi desteklerdi.
Sultan II. Abdülhamit Hansız 100 yılda merak edilen hiç şüphesiz LOZAN olacaktır.
Lozan’da Sultan II. Abdülhamit Han’ın saltanatı boyunca mücadele ettiği Ermenilerden hiç söz edilmemiştir.
Hatta Lozan’da Ermenilerle ilgili müzakere yapılacağı zaman “Lozan Emniyeti”ndenİsmet Paşa’ya “zorunlu olmadıkça dışarıya çıkmaması” bildirilmişti. Bu söz üzerine İsmet Paşa istirahat etmekte olan şöförünü çağırır; “Kalk şehri gezmeye çıkıyoruz” der. Arabasının flaması açık biçimde Lozan sokaklarını dolaşır.
Lozan konusunda dönemin hükümetine en çok eleştiri Adalar ve Kıbrıs konusundadır. Kıbrıs Abdülhamit Han tarafından İngilizlere verilmemiştir kiralanmıştır ama İngilizler Büyük savaş başladığında Kıbrıs’ı ilhak ettiklerini açıklamışlardı.
İnkılaplar konusunda Sultan II. Abdülhamit Han;
“Tevhid-i Tedrisat Kanunu” nu desteklerdi.
Kanununun amacı “Eğitimde Birlik ve Bağımsızlık” idi.
Bu kanun ile “Yabancı ve Azınlık Okulları” Türk Milli Eğitim Sistemi’nin çatısı altına girmiştir. Bu kanun çerçevesinde Hıristiyanlıkla ilgili resim ve tablolar indirilmiş, Türkçe, Tarih gibi dersler zorunlu hale getirilmiştir. Türk Milli Eğitim sistemi içine girmek istemeyen Fransız ve İtalyan Katolik okulları kapanmıştır.
Bugün o dönemde Yabancı ve Azınlık Okulları’nda zorunlu olarak okutturulan dersleri Türk gençlerine seçmeli öğretiyoruz(!)
Dış Politika’daSultan II. Abdülhamit Han, Atatürk’ün yaptıklarını aynen yapardı. İslam ülkeleri ile aynı ittifakları gerçekleştirirdi: Sadabat Paktı;Türkiye, İran, Irak ve Afganistan arasında yapıldı. Bugün Irak ve Suriye’nin küresel istilacılar tarafından parçalanmak istendiği bu dönemde 1930’ların SadabatRuhu’na yeniden ihtiyaç duyuluyor.
Ancak Bağdat Paktı konusunda Abdülhamit farklı düşünürdü. Türkiye, İran Irak ve Pakistan Paktı içine İngiltere’yi dahil etmezdi.
II Dünya Savaşı konusundaAtatürk’ün vefatının hemen sonrasında Türkiye’nin denge politikasını terk ettiğini gösteren 1939 deklerasyonuna imza atmazdı. Deklerasyon, Alman ve İtalyan tehlikesine karşı Fransa, İngiltere ve Türkiye arasında imzalanmıştı. Türkiye bu deklerasyonaRusya’nın da katılacağı beklentisi ile hareket etmişti.
NATO’ya girişimiz hakkında Atatürk’ün yolunu izlerdi. Atatürk, Milletler Cemiyeti’ne; “Onlar sizi davet etmedikçe girmek için başvurmayınız” demişti. Sultan II. Abdülhamit Han da NATO’ya Kore’de bedel ödeyerek girmemizi istemezdi.
Ekonomik Konularda; zirai alanda Sultan II. AbdülhamitHan günümüz politikalarının tersine mili ve yerli politika izlerdi. Türkiye’yi dışa bağımlı hale getirmez; buğday ve saman ithaline kesinlikle meydan vermez çiftçiyi koruyucu politikalar izlerdi.
Hele hele bir gecede 10 bin kişinin katili eli kanlı Sırplardan et ithal etmezdi.
Ortadoğu konusunda İsrail’e hiçbir zaman tavizkar olmaz, İsrail hükümetini tanımazdı. Hatta o olsaydı İsrail’in kurulmasına giden süreç zaten yaşanmazdı.
Güneydoğu’da barışçı, uzlaşmacı ve dışlamacı olmayan bir politika izlerdi. Ancak birçok Güneydoğu konusunda barışçı politika izleyen ve önerenlerin hayattan koparıldığı gibi kutlu bir son kendini beklerdi. Eşref BİTLİS Paşa, Adnan KAHVECİ, Uğur MUMCU ve Muhsin YAZICIOĞLU gibi. İyi takip edenler bilirler Rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu şehit edilmeden bir ay önce bütün Güneydoğu’yu dolaşmış birleştirici, yapıcı ve dışlayıcı olmayan bir dil kullanmıştı.
O olsaydı Ortadoğu’da Sünni-Şii çekişmesi tuzağına çekilmezdik. İŞİD gaitasını YPG’isi ile temizleme gafletine düşmezdik.
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.