Türk milliyetçiliğinin temel dinamikleri ve milliyetçi duruş
Türk milliyetçiği Türk’ün tarih sahnesine çıkışıyla başlar. Milli devlet ve millet anlayışı ne Batı’dan gelen etkilenmeler ne de entelektüel çevrenin çabasıyla gerçekleşir. Bir zaruret sonucu ortaya çıkar ki; İstiklal Savaşımız, bunun en güzel örneğidir. Cumhuriyet’in ilanı ile temellenmeye başlayan ve daha sonra elde edilen bazı hukuki kazanımlara rağmen milliyetçiliğin 1944 yılına kadar aksiyoner bir kimlik kazanamadığını görmekteyiz. Gerçi tarihi süreç içerisinde birçok düşünürün bu alanda hizmetleri görülmektedir.
Bu çalışmalar özellikle Yusuf Akçura, İsmail Gaspıralı ve Ziya Gökalp ile sağlam bir zemine oturur ama 1944 milliyetçilik olayı bir kırılma noktasıdır. Bu tarihten itibaren devlete dayanmayan ve sivil alana çekilen bir milliyetçilik dönüşümü gerçekleşir. Bu dönemde siyasal bir zemine oturan Türk milliyetçiliği Başbuğ’un çabalarıyla bir dünya görüşü halini alır. Başta Prof.Dr. Erol Güngör, Seyit Ahmet Arvasi hocanın ve birçok düşünürün katkısıyla bütün problemlere kendi içinde çözümler üreten bir paradigmaya dönüşür. Bu yeni anlayış, her türlü dogmalardan uzak gelişim ve değişime açık tefekkürü ön plana alan toplumu kuşatıcı bir yapıya bürünür.
Türk milliyetçileri Türkçüdür; Türkçülük, Türk milliyetçiliğinin adıdır. Bu durum karşısında Atatürk milliyetçiliği tabiri 1980 ihtilali ile anayasamıza girmiş bir ibaredir. Kültürde süreklilik önemlidir; kültürün bir unsurunu şahsileştirdiğimiz zaman "süreklilik” özelliğini devre dışı bırakmış oluruz. Dolayısıyla tarihin büyük bir kısmını "ötekileştiririz.” Şahıs milliyetçiği olamaz. Bu anlayış aynı zamanda Atatürk’ü de anlamamaktır. Peki; doğru olarak anlayabilmemiz için nasıl bir bakış açısına sahip olmamız gerekir?
Türk milliyetçiliğinin kaynağı, referansı ve öznesi sadece Türk milletidir. Türk milliyetçiliği sivildir. Her türlü ferdi özgürlüklerin önünün sonuna kadar açan, sosyal, siyasal, mezhep, meşrep, bölge ve etnik milliyetçiliği reddeder.
Öncelikle Türk milliyetçiliğinin; millet sevgisine dayanan, tarih birliği şuurundan, Türk -İslam ahlakından, Türk karakterinden oluşmuş birleştirici kapsayıcı bir kavram olduğunu bilmeliyiz. Kültür; bir toplumun tarihsel süreç içinde meydana getirdiği ve kuşaktan kuşağa aktardığı her türlü maddi ve manevi unsurların toplumun hayat tarzı haline gelmesi, içselleşmesi demektir. Millet bu anlayış üzerine inşa edilir. Aidiyet ya da kimlik, ırk üzerine değil kişiliğimizle bütünleşmiş olan kültürle somut bir isme dönüşür. O da Türk ya da Türk milleti şeklinde ifadesini bulur. Bu durum, aidiyet anlayışının temelini kültür kabul etmektedir. Bu özelliğinden dolayı Balkanlardan, Kafkaslardan gelen birçok topluluk bu hareketin öncülüğünü yapmıştır. Zira asırlarca yönettiği ülkelere asimilasyonu değil, kendi kültürlerini muhafaza etmeleri için her türlü imkânı hazırlamıştır. Uzun asırlar birçok coğrafyada hüküm sürmesi onun fetih anlayışı ile diğer toplulukların istilacı anlayışları arasındaki farktan kaynaklanmaktadır.
Devlet, toplumun örgütlenmiş halidir; milletine tavır alan değil onun bütün özellikleriyle kurumsallaşmış bir teşkilattır. Bunun yanı sıra kutsal ve dokunulmayan bir kuruluş da değildir. Tam tersine kutsal kabul edilen değerleri, sembolleri korumakla yükümlü olan bir örgütlenmedir; kültürel yapının bütün özelliklerini içine sindirmiş bir teşkilatlanma özelliği gösterir.
Türk milliyetçiliği başta kendi Hinterlandı olmak üzere Türk dünyası ile sosyal, ekonomik, kültürel, siyasal bağlarla yeni birliktelikler oluşturmayı hedefler. Bu birlikteliklerle birlikte İslam dünyası ve bütün devletlerle bağlarını stratejik ve ekonomik ihtiyaçlar ölçüsünde güçlendirmeyi amaçlar. Dünya barışının sağlanmasında başat bir güç olmayı amaçlar.
Bütün milletlerin mutluluğunu, ekonomik refahını, bireysel özgürlüklerini savunur. Sadece Türk dünyası ve İslam dünyasına değil bütün insanlığın problemlerini kendi problemi kabul eden demokratik, sivil, ve barışçı bir özellik arz eder dersek doğru tanımlamış oluruz. Bu noktada milli değerlerin evrensel boyutlara çıkarılmaya çalışılması da önemlidir.
Türk milliyetçileri, ülkemizde yaşayan herkesi Türk milletinin bir ferdi olarak görür. Bütün yerel kültürleri bir zenginlik kabul eder. Ancak başat kültür ile yerel kültürleri aynı seviyeye getirerek ve toplumu çözülme sürecine götürme gibi paradigma değişikliğine izin vermez. Zira farklılıkların bir zenginlik, folklorik öğe olarak varlığını sürdürmesinde kastedilen bu farklılıkların ayrışmaya zemin hazırlamak değildir. Tarih hafızası çok kuvvetli olan bir milletiz. Dün bu konularda oynanan oyunları tekrar servis edenlere Türk milliyetçileri prim vermez.
Türk dilini; bilim, sanat, edebiyat ve felsefe dili yapmak; Türk milliyetçiliğinin amaçlarındandır. Edebiyat, sanat, felsefe anlayışlarını Türk kültürü üzerine inşa eder. Kültürün her alanında adeta bir Türk izi bırakacak nitelik taşıyabilmeyi kendine hedef olarak görür. Folklorundan müziğine, plastik sanatlarından edebiyatına, düşünce sistemlerinden bilimsel çalışmalarına velhasıl her konuda bir Türk rönesansını amaçlar.
Türk milliyetçiliğinin başat ögelerinden birisi de İslam’dır. Dolayısıyla Türkçülük ya da Türk milliyetçiliği İslami değerlerle yoğrulmuş bir milliyetçiliktir. İslam ile milliyetçilik birbirinin ne alternatifi ne de çelişiğidir. Bu tür sorulara muhatap olmak ya art niyet ya da cehalettin göstergesidir. İslam; milletimizin dokularını güçlendiren, harekete geçiren, birleştirici rol oynayan her alanda etkileyici normlarıyla yönetime de yardım edici muazzam bir ilham kaynağı olmaktadır. İslamiyet’in etkisi sosyal, hukuki, ekonomik vb. alanlarda varlığını gösterecektir. Onu sosyal hayattan çekmek kadar, hedeflere ulaşmada araç olarak kullanmakta hem yanlış hem de tehlikelidir.
Türkler İslam ile şereflendikten sonra İslam da Türkler ile güç kazanmıştır. Türklerin İslamiyet’i kabulü ile Türk cihan hâkimiyeti mefkûresi Nizam-ı alem ülküsüne dönüşmüştür. Özelde Türk milleti ve Türk dünyasını kucaklama genelde ise İslam dünyası ve bütün insanlığı kucaklamayı amaçlar. Türk milliyetçiliği İslam’ın emrettiği bir kültür milliyetçiğidir. Her türlü şovenizmi reddeden ve Allah’ın bir alameti olan "insanların kavimler halinde yaratılması” gerçeğini dünya görüşünün bir tezahürü olarak görür. Kendi milletine, İslam dünyasına ve bütün insanlığa hizmeti bir bayrak yarışı şeklinde düşünür. Ancak Türk milliyetçiliği milleti belirleyen tek unsur olarak İslam’ı görmez. İslam bu unsurlar içinde çok etkileyici bir unsurdur.
Türk milliyetçiliği ekonomik sistemini de milletin temel dinamiklerine dayanan ve toplumun bütün katmanlarına refahı getirmeyi amaçlayan bir modeldir. Kapitalizmin sınırsız kazanma arzusu için bütün yolları mubah sayan anlayışı, milletimizin ekonomik modeli olamaz. Bireyin yaradılışındaki o muhteşem ruh-beden dengesini ekonomik sistemi için model kabul eder. Ne kazanma arzusuna karşı çıkar ne de materyalist bakışı bir amaç haline getirir.
Tüm bu bilgiler ışığında en önemli nokta ise eğitim sistemi ile ilgilidir. Türk gençliğinin, milli ve manevi değerlerine bağlı, bilim ışığında geleceğin Türkiye’sini omuzlayacak şekilde yetiştirilmesi önemlidir. Bu sistem; Türk gibi düşünen, dünyayı Türkçe okuyan ve Türkçe temellendirebilen bir anlayış üzerine inşa edilmektedir. İdeal insan, Türklük gurur ve şuuru ile İslam’ın ahlak ve fazileti ile yoğrulmuş Serdengeçtileri, Alp Erenleridir, diyebiliriz.
Türk milliyetçisi; dik duruşuyla ne şahısları kutsallaştırır, onlara karşı el pençe durup şahsiyetçiliğini kaybeder ne de kültürümüzün temel normlarını hiçe sayan saygısızlığı bir meziyet görür.
Türk milliyetçisi; ne ideolojik bağnazlığa düşer, monokratlara karşı iki büklüm olur, parti fetişizmine kapılır ne de kitle partisiyiz diye değerlerinden ve ilkelerinden vazgeçer.
Türk milliyetçisi; yalan yanlış algılara karşı tarihten gelen asil duruşuyla akıl, bilim ve birey olmanın sorumluluğu ile aziz milletimize hizmet etmeyi kendisine şiar edinen üstün bir ahlakın abidevi kişiliğidir vesselam.
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.