YAPRAK GİBİ YEŞİL BİR ÇİFT GÖZ...
Gençlik yıllarımda bir roman görmüştüm. Yeni yetişen gençlere aşk romanı tadında sunulan ve aşırı sol görüşleri onlara fark ettirmeden benimsetmeye yönelik bir çeşit beyin yıkama aracıydı. Merakımı çekti, okumayı denedim. Üçüncü sayfada gerçeği görünce kitabı bıraktım.
İki nedenle bıraktım, biri benim sol görüşüm bana yetiyordu. İkincisi de bu açık bir tuzaktı.
Roman “Yaprak gibi bir çift göz...” sözleriyle başlıyor. Sonra bu gözleri taşıyan su perisi inceliğinde genç bayanın vücut güzelliği anlatılıyor. Deniz kenarında kumlar üzerinde yanında dalyan gibi bir delikanlı ile yürümektedir. Üzerinde pembe bir bikini vardır.
Binlerce kişinin kum gibi kaynadığı plajda gözlerden uzak bir köşe bulurlar. Kumların üzerine sere serpe uzanırlar. Delikanlı genç kızın gözlerinin içine uzun uzun baktıktan sonra sanki bir aşk şiiri fısıldıyormuşçasına şöyle der:
“Söyle bakalım yoldaş! Das Kapital’in yazarı Karl Marx, geliştirdiği emek değer teorisini kimin düşüncelerinden etkilenerek ayrıntılara kadar inerek anlatmıştır?”
Şaşırdınız mı? Şaşırmayın... O romanı yazanı tanımıyorum ama kötü niyetli biri olduğu besbelli.
Bizde böyle bu yapıda pek çok kişi var. Yazıyorlar ve asıl amaçlarını saklayarak kendi görüşlerini, kendi doğrularını başkalarına kabul ettirmeye çalışıyorlar. Tıpkı kötü kaynanalar gibi gelini dizinin dibine oturtup doğrudan doğruya “Bak, kızım şöye şöyle olmanı istiyorum” diyeceği yerde, laf dokundurarak, komşu gelinlerden örnekler vemeye çalışarak, bu arada da çamı çardağı devirerek kaynanalık etmek işlerine geliyor.
Ben böylesinden hoşlanmıyorum. Ne demek istiyorsam, yazılarımda açıkça onu derim. Ne söylersem hoşlanırlar, diye düşünerek nabza göre şerbet vermem. Aman şu kesimi öfklendirmekten kaçınayım çabasına da girmem. Aklımın ermediği konuda yazı yazmam.
Yazılarımı okuyan arkadaşların şöyle bir huzursuzluğu var. Ben din üzerine yazıyorsam, mutlaka dinimizi karalayıcı şeyler yazıyorumdur. İyi ama niye? Aklı başında insan niye böyle bir şeyi düşünebilir? Ben İslama sonradan mı geldim? Ceddim cibilliyetim islamla çok geç mi tanıştı?
Siz islamın sahibi ve koruyucusu olurken ben niye karalayıcısı oluyorum?
Ve bu manyaklığı seksen yaşıma geldikten sonra mı sergiliyorum?
Neresinden baksanız iler tutar yanı bulunmayan bir tutum.
Oysa benim yazdıklarım arasında size ters gelenler varsa, ya o konuda bilginizin noksanlığındandır. Çünkü benim okuduğum okullarda okumadınız, benim okuduğum kitapları okumadınız. Benim dinlediğim binlerce bilim adamını dinlemediniz. Ya da benim ulaştığım bilgilere ulaşma fırsatını bulamadınız. Bakınız, bir örnek vereyim.
Hazreti Peygamberimiz vefatından sonra epeyce bir zaman toprağa verilemedi. Hemen müslümanlar kimin halife olacağı derdine düştüler. Hazreti Peygamberin bir an önce toprağa verilmesi kimsenin umurunda olmadı. Şimdi siz bu acı gerçeği biliyorsanız, “evet” diyeceksiniz. Bilmiyorsanız “Olmaz öyle şey” diyerek dikileceksiniz. Oysa ortada bir gerçek var. Vefat gerçekleşince dinin ileri gelenleri halifelik derdine düşmekten kendilerini alamadılar.
Peki bu gerçeğin bilinmesinde ne yarar var, diye düşünebilirsiniz. Yarar şu: İnsan denilen ve yaratılmışların en şereflisi olarak bilinen biz, saltanat uğruna, ikbal uğruna, hatta pahalı bir kol saati uğruna nelerden vaz gelebiliyormuşuz. Tarih bize yol gösterici oluyor.
Hal böyle olunca bir yazıya rastladığımızda, ya da bir kimse bir konuda o güne kadar işitmediğimiz bir şey söylüyorsa, hemen panter gibi atlayarak taraf olmak yerine, aklımızı devreye soksak, aklımız almıyorsa bir bilene danışsak.... diyorum.
Olgun insan olmak, kırıcı olmamak, iftiracı olmamak böylece mümkün hale gelebiliyor. Yoksa onarılamaz yaralar açılıyor. Böyle böyle derken insanlar insanlıktan uzaklaşıyor. “Hay Allah nasıl da yanlış anlamışım...” demek, ya da “Haaa şimdi anladım...” demek her zaman kurtarcı olmayabiliyor. İnsan olanın birbirine açık sözlü ve dürst olması zorunluluğu vardır.
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.