YARİM GİTTİ ÇEŞME'YE...
Yarim Gitti Çeşme’ye…
Bu türkü “Yarimle gittik Çeşme’ye” biçiminde olsaydı, belki Hayruş’la beni anlatmışlar, derdim ama ne çare… Öyle değil. Arkadaşın yâri Çeşme’ye gitmiş. Oncağız da kahırlanmış bu türküyü yakmış. Biz de öyle olmadı…
İkimiz el ele tutuştuk. Aşkımız elbette aşk ama, ben elimden tutulunca daha rahat yürüyebiliyorum. Eee, serde yaşlılık var, saklayacak değilim. Ama Hayruş maşallah çakı gibi… Geçende İzmir’de saçını düzelttirmeye gitti. Ortanca kızımız Nurhan’ı “anne” sanmışlar. Çocuklarım annelerine nazar değeceğinden korkuyorlar.
…
Efendim, geçtiğimiz kırk elli yıl içinde ülkemizin pırlanta gibi köşelerini el birliği ile batırmaya, bitirmeye öylesine büyük bir çabayla çalıştık ki, bu çabamız Çeşme’de de boşa gitmemiş. Kırk elli yıl öncenin o şirin sahil kasabası içine girilemez, girilse de çıkılamaz hale getirilmiş. Uzun lafın kısası elde “Çeşme” diye bir kasaba kalmamış.
Şimdilerde Çeşme’den kilometrelerce uzaklarda koylara, yamaçlara izinli izinsiz, biçimli biçimsiz kondurulmuş koca koca beton yığınlarından oluşan yerleşim birimlerinin topuna birden Çeşme denilir olmuş.
Bir de acayibime ne gitti? Şehre otobüsle bir ucundan girdik, neden sonra öbür ucundan çıkabildik. Ben boşta bulunup yan koltukta oturan kişiye sordum: “Bunun hepsi mi Çeşme’ydi?” Yaşlı kadın “Si” diye yanıt verdi.
Nereden bilirdim oncağızın yabancı olduğunu?
İzmir’den Çeşme’ye bir otoban uzanıyor. Allahın bildiğini kuldan saklayacak halim yok. Bu otobanı yaptıran Tonton’a rahmet okumak içimden gelmedi. Güzelim İzmir’den şirinlerden şirin Çeşme’ye gidiş yolu böyle mi olmalıydı? Ne yani, Hitler’in orduları Polonya’yı işgale mi gidiyor? Doğa’nın yeşili ile Denizin mavisini göre göre, yol boyunca bin bir güzelliği yaşaya yaşaya gitmek daha insanca değil miydi?
İzmir’den çıktık, köylerden kasabalardan geçmeyerek uçar gibi Çeşme’ye ulaştık.
Çeşme garajından iki gecemizi geçireceğimiz otele gidiş yolu da sevimsizdi. Bereket otelde yüzümüz güldü. Babaylon otel çalışanları yolunu bekledikleri nineleri ile dedeleriymişiz gibi bizi bağırlarına bastılar. Otelde yerimizi güzel gelinimiz Ayşe’miz aylar öncesinden erken rezervasyon biçiminde parasını da ödeyerek ayırttığı için yedik içtik, sonra da otelden hesap mesap ödemeden kaçtık.
Bayağı heyecan verici oluyor. Siz de deneyin.
Bir gün Çeşme’yi dolaşalım, dedik. Çeşme’de sevinç de yaşadık, hüzün de yaşadık… Sevincimiz şu oldu. Yıllar öncesinde İsmail Sivri kitabını yazarken bana hayli yardımcı olmuş bir “Güler Uruk” kardeşimiz vardı, onu Çini sergisinde bir çini sanatçısı olarak yeniden buldum. Hüznümüz de şu oldu. Bir kitapçı dükkânını gezecek olduk.
Kitaplara bakıyor ve tanıdığımız yüzler ve adlar üzerinde Hayruş’la söyleşiyorduk ki, dükkâncı genç adam bizi tam da dişine göre bulmuş olmalı ki haşlamaya koyuldu:
“Yalancıktan bakıyorsunuz. Kitapçı dükkânı öyle gezilmez. Şöyle kitapları elinize alacaksınız. Sayfalarını çevireceksiniz, Ne bileyim ben inceleyeceksiniz… Öyle olmaz ki, uzaktan uzağa bakarak…”
Hay Allah… Bizim otuz yıldır yaşadığımız dünyada doğrusu böyle değil. Orada günde birkaç yüz kişinin el sürdüğü, içine dışına dokunarak incelediği kitabı insanlar satın almazlar. Herkesin elinin ne kadar temiz olduğundan emin olunamayacağından elbet…
Haklısın çocuğum, helal olsun seni doğuran anaya, okutan hocalara…
Elinde bastonla sersem sepelek yürümeye çalışan bir yaşlı adamla onun yanında onun üstüne titreyen bu yaşlı nine kitaptan ne anlar? Bu yaşlı adamın kitap okuduğu mu var, kitap yazdığı mı var?.. Zavallımın yemyeşil kesilmesine gönlüm razı olmadığından sesimi çıkarmadım. “Yavrucuğum, ben elime kalem aldığımda sen değil, senin anan baban bile henüz doğmamışlardı, bunu biliyor musun?” diyemedim. Hele hele basılı eserlerimin on beşe yakın olduğunu söyleyemedim.
…
Hayruş’la birer dondurma yiyelim, dedik. İzmir Ayrancılar’da bizim evin önündeki Kafe’de on liraya yediğimiz dondurmayı Çeşme’de yirmi liraya yedik. Bana pahalı gelmedi ama, üç dört çocuklu bir aileye tavsiye etmem. İki kilo et parası.
Uzun lafın kısası, Çeşme’ye gittiğimize pişman olmadık. Ama öyle aman aman Kalbimiz de Çeşme’de kalmadı. Ha, az kaldı unutuyordum, denizle aramız nasıldı? Denizi otelimizin balkon camının arkasından görebildik. Çünkü korkunç rüzgâr vardı.
Otelin tertemiz havuzu ile de tanışamadık. Havuz da günün her saatinde pek doluydu.
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.