Yılmaz Özdil ve İsmet Yılmaz
Sabahın erken saatlerinde kalkar, çayımı içerken televizyonu açarım. Kanalları gezerken Yılmaz Özdil’in fotoğraflarıyla, alttan geçen KJ’lerde “Atatürk sömürüsü”, “Atatürk’ün fiyatı 2500 olmuş” yazılarıyla karşılaştım. Sabah uykunuz açılmadan bu propaganda bombardımanına maruz kalırsanız “ne oluyor Atatürk’ü kim kaça satıyor?” diye düşünüyorsunuz (Kimin neyi, ne karşılığında sattığını ilerleyen satırlarda göreceksiniz.) Çayımı içtikçe afyonum patladı...
Yılmaz Özdil uzun zaman önce Mustafa Kemal Atatürk ile ilgili bir kitap yazmıştı ve sanırım güncel fiyatı da 30 tl civarındaydı. Bu kitabın koleksiyon versiyonu çıkarılmış ve 1881 gibi anlamlı bir sayıda basılmış, saat dokuzu beş geçe piyasaya sürülmüş. Fiyatı da 2500 olarak belirlenmiş. Buna püskürüyorlarmış.
Sanki Özdil birinin kafasına silah dayamış, “2500 lira vermezseniz bu kitabı okuyamazsınız” demiş gibi.
Kitabın korsanı 20 liraya her yerde satılıyor.
İçeriğe merakınız varsa 20 liraya bile alır okursunuz.
Kimse kusura bakmasın ama “koleksiyon” kültürünü birileriyle tanıştırmak gerekiyor. Bazı değerli eserlerin “limited edition” (sınırlı sayıda kopyası) üretilir ve koleksiyoncuların ilgisine sunulur. Bu bir filmin DVD’si ise özel kutularda kullanıma sunulur ve fiyatları astronomik olur. Aynısı özel ciltlenmiş kitaplar için geçerlidir. Bu konuda ahlaki bir sıkıntı yoktur. İsteyen alır, istemeyen gider kitabevlerinden 30 liraya, korsandan 20 liralığını alır. Asıl ahlaki sıkıntıyı birazdan yazacağım.
Eser sahibi Özdil’dir, kitabının kaça satılacağı konusunda yayıneviyle işbirliği yaparak fiyat belirler. Kazandığı kitap başına 2 bin 500 lirayı da ister cebine atar ister bir stk’ya bağışlar.
İşin maddi tarafından bakarsak, ekonomik güce sahip olmak çok okunan yazarların en doğal hakkıdır. Avrupa ve Amerika’da yüksek satış oranlarına sahip yazarlar malikânelerde yaşarlar. Yazdıkları bir iki çok satan kitabın telifleri ömür boyu rahat yaşamalarına yeter. Bizde ise bir gazeteci veya yazarın yüksek gelir sağlaması için ilk şart iktidara yakın olması, ne pahasına olursa olsun onu savunmasıdır. Kendilerine gazete köşeleri açılır, yandaş kanallarda program yaparlar, bedeli mukabilinde tartışma programlarına davet edilirler. Kimse onları “iktidarın gücünü istismar etmekle ” itham etmez.
Ancak söz konusu Yılmaz Özdil olunca iş değişir. Halk TV dışında neredeyse hiçbir kanala çıkarılmaz, hele ki kitap yazar, üstelik koleksiyon versiyonu yaparsa “Atatürk istismarı” ile suçlanır.
Uzun zamandır başta İmam Hatip öğrencileri olmak üzere gençlerimizin Deizm’e yaklaştığını kaygıyla izliyoruz. Bu konuda yazılmış birçok kitap, yapılmış pek çok istatistik var. Dine veya kutsal kitaba gerek duymadan Tanrı’ya yaklaşabileceklerine inanıyorlar.
Siyasal İslamcı kabul edilen mevcut iktidar döneminin geçmişteki uygulamalarından çok bahsetmeyeceğim. Yakın tarihte duyduğumuz tek açıklama 16 yılı özetlemeye yeterli.
Sivas’ta aday tanıtımında AKP Milletvekili İsmet Yılmaz; “Vereceğiniz destek ruz-i mahşerde beraat belgeniz olacak” dedi.
“Ruz-i mahşerde berat belgesi” dağıtmak İslam’da hiçbir ferde tanınmış bir hak değildir.
Ruz-i mahşer “Kıyamet günü” demek, berat belgesi de “kurtuluş” anlamına geliyor.
Allah peygamberlerine dahi sınırlı bir şefaat hakkı tanırken AKP'li vekil bu hakkı kendisinde görmüş.
Siyasal İslamcı olduğu söylenen bir partinin vekili bu cümleyi kurarsa ülkenin gençleri nasıl Deist olmaz?
Haberi okuduktan sonra aklımdan Ortaçağ Avrupası geçti. Papazlar kiliseye bağış karşılığı insanları günahlarından arındırırdı. Endüljans adı verilen bu saçma ve batıl uygulama Aydınlanma Çağı ile sona erdi.
Avrupa birliğine girmeye çalıştığımızı sanıyordum ancak görünen o ki girmeye çalıştığımız Avrupa bugünün değil, ortaçağın Avrupa’sıymış.
Para karşılığı günahların bağışlanacağını söylemekle oy karşılığı günahların bağışlanacağını söylemek aynı şeydir.
Allah hepimizi günah ve şirkten korusun.
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.