1. HABERLER

  2. DÜNYA

  3. ZENGILAN

ZENGILAN

Azerbaycan'dan Irade Aytel hanımefendi gönderdi.

A+A-

Elməddin Muradlı- Zengilansızlıq cezası

 

 

Ekim 1993 . Zengilan ilinin Babaylı köyünde . 12 yaşındayım . Köyde ancak erkekler kalıp , o zaman 12 yaşındaki çocuklar da erkek sayılırdı . Motosiklet sürüp tütün toplamaya gidiyorduk , tüfek alıp ava giderdik , hayvanların yerini temizlerdik, kuzu otarardık ... Erkek gibi oluyordu köy çocukları . Biz de erkek gibi köyümüzün qoruyorduk . Cebimizde mermi , el bombası taşıyorduk . Elde düzeltme tabanca ile adamakıllı ateş açıyorduk . Bir kez dağda sahipsiz eşşeklerden birini nişan aldık ve hedefi vurduk ​​. Biz de kendi aramızda savaşa böyle hazırlanıyorduk . Çünkü bize silah vermiyorlardı .

Ateş yakıp içine kurşun atardık , patladığında ilginç manzara alınıyordu , 5.45 lik mermilerden yana yana gidenleri vardı , bu mermi insan vücudunda kemiğe dayanana kadar dolaşıyor . Biz de en çok bu kurşundan korkuyorduk .

Bir gün dediler , Ermeniler geliyor . Kubadlı ilinin Hanlık köyündeki elektrik santralini Ermeniler partlatmışdı . Ona göre de bizim köyler ışıksız idi , Ermeniler ise ışık yakıyordu . Bizim köyde ancak uzel - radyo vardı , gece babam uzeli pencereye sımsıkı sıkıyordu , haberlere kulak asıyorduk . Askeri gazeteci Şemistan Elizamanlının her haberin sonunda kararsız sözleri hala aklımda ; « Zafer müjdeli sabahlaradek » . Ben o zaman galibiyete çok inanıyordum . Ama Şemistan Elizamanlı « Zafer " sözünü sonunda dediği için önce dediği sözlerden sarsılyordum. Her gün kötü haberler geliyordu bize . Laçının kalan tüm köyleri işgal ediliyordu , Qubadlı , Cebrail , Füzuli , Ağdam da elden gidiyordu . Ermeniler Zengilanın da birkaç köyünü işgal etmişlerdi . Ama şehir hala dayanıyordu ...

... Bize hala yayın öncesinde haber getirdiler ki , köyü boşaltın , Ermeniler geliyor . Ona göre de , bana öyle geliyor ki , Zengilan iki defa işgal edilmiştir . Birinci işgal haberi yanlış çıkmıştı . Ama yine de haber yayılan gibi öncelikle imkanlı adamlar köyden çıktı , sonra herkes . Ama erkekler kaldı . Bizi - küçük erkekleri kandırıp Bakü'ye gönderdiler . O zaman aklıma gelir de , Bakü'ye gelmeye sevinyorduk . Annem birkaç tavuk kesip yola almıştı ki , aç kalmayaq . Ama biz açgözlü ailede böyümemişdik . Yine de yolu düşünüyordu annem . Yola çıktık . Birkaç aile bir " GAZ - 53 " e sığınmıştı . Her aile de bir - iki takım elbise , yemek ve ıvır para şeylerini almıştı . Hava hala sıcak olduğu için biz sabaha Beylegan ilçesinde yol kenarında durup yemek pişirmek isteyince bakıp gördük ki , annemin kesip yola aldığı tavuklar bozulub . Yimek bişiremedik. Ama aç kalmadık , yoğurt , peynir , tereyağı vardı . Gelip Nevai postuna varınca polisler bizi bırakmadı . İki makine olmuştuk yolda . İkisi de " GAZ - 53 " idi . Polisler diyordu ki , mülteciler Bakü'ye giremoyor . Gidin bölgelerin birine . Bizim başka bölgelerde akrabalarımız yoktu . Bakü'de vardı . Annemin , babamın akrabaları . Biz köyde tavuk kesende yalın - sıskaları kesip yeyirdik , ama köyümüzden Bakü'ye gelen olduğunda annem en iyi tavukları kesip Bakü'deki akrabalara gönderiyordu . Biz de aynı akrabaların yanına gidyorduk . Nevai postunda arabada oturup saatlerce bekledik , sabah açıldı , herkes diyordu ki , geçici zorluktu , bırakın gidelim . Zaten döneceğiz . Sonunda polisler bizim büyüklerimizi odaya çağırıp para aldıktan sonra dediler , gidin makinenizi çalıştırın , sürüp gidin , güya kaçtınız . O birileri hoşnutsuzluk elemesinler . Bizim sürücüler deyileni yaptılar . Polislerden biri otomatı eline alıp arkadan bizi nişan aldı , sonra ne olduysa güya ateş açmak fikrinden taşındı . Böylece , Bakü'ye geldik , 3 ay aynı akrabaların yanında kaldık . Ben bu 3 ayda anladım ki , annem haksız yere o yağlı tavukları bu akrabalara gönderyormuş...

Üç aylık hasretten sonra duydum ki , köy çocukları bir bir köye dönüyorlar . Bizden önce erkekler dönmüşlerdi , sonra erkek gayretli yaşlı ninelerimiz . Onlar « erkekler aç kalmasın " diyerek köye dönüyorlardı bir bir . Ben de köye giden makinelerin biriyle kendimize - Babaylıya döndüm . Oraya varınca gördüm , benden küçük kardeşim de baba dedemle birlikte köydedirler , ninem de onların yanındaydı . Küçük kardeşim , kızkardeşim ve annem ise Bakü'de kaldılar . Güzel günlerimiz başladı . Köye ulaşan gibi Heyransa  halamın bağına ceviz toplamaya gittik . Sonra başka bağlara baş çektik , nar , ayva yığıyorduk . Köyde evlerin çoğu boştu . Biz de keyif çekiyorduk .

Geceleri köyümüzü panik basıyordu . Tek tük hareket eden makinelerin ve köpeklerin sesinden başka hiçbir ses yoktu . Biz kardeşimle babamın yanında kalıyorduk . Uzelden kötü haberler gelmeye başlıyordu  Eylül ayında . Qubadlının işgal haberini duyunca babam dedi , gerek gelmeyeydiz , siz ki , küçüksüz . Bense düşünüyordum ki , galiba , her ay of tüfeği ile sengerde nöbet çekmeye giden babam Ermenilerle döyüşende ​​bize kafası karışmasın diye böyle diyor . Baba olduktan sonra babamı anladım . Hava kararanda o taýdan - Alıbeyli , Humarlı köylerinin arkasından Alazani tipi roketlerin gökte nasıl uçuştuğunu açık görüyorduk . Durum karışmıştı . Artık köyde herkes rahatsız oldu .

30 Ağustos köyümüzde tarih öğretmeni mukabil öğretmen çocukları toplayıp dedi ki , 1 Eylül'de okula gelin . Derse gelin demedi , okula gelin dedi . Zaten biz biliyorduk , ders olmayacak . Ama orada başka ders öğrendik . Öğretmenler bizi toplayıp talimat verdiler ki , biz birinci defa köyden çıkınca okula Gülebirtli Vagif'in taboru girip , burada məskunlaşıbmış . Çıkıp gittiğinde ise çoklu silah birakmışlar geride . Biz o silahları , bombaları , mermileri temizlemeye başladık . Mermilerin , qumbaraların 5'ini öğretmenlere verince 2-3 tanesini de kendimize saklardık . Mermi patlatmak ilginç oluyordu akşamüstü . kumbaranı ise Okçu çayına atıp balık tutuyorduk . Suda bir el bombası patladığı hayli balık çıkıyordu ortaya . Geceleri panik çöküyordu köyümüze . Bizim askerlerin Ermenilere attığı alazanları sayardım her gece ve öyle saya - saya da uykuya gidiyordum . Sabahları AZTV - nin « Hoş bulduk » programının sesi ile açabilmiyorduk daha . Işık yoktu . Geceleri kendimize tank geliyordu . Tankçı Elmanın tankı . Elman gece tankla köye neden geliyordu ? Çünkü sengerde yemek yoktu , Elman da tankla gelip hendeğe yemek götürüyordu evlerinden . Elman bu tankı Ermenilerden almıştı . O zaman Azerbaycan Ordusu'nda T - 80 tankı olmayanda Elman Ermenilerden getirdiği ve « Tiqr » olarak bilinen bu tankla Ermenilere ders veriyordu . Köyümüzden yeni asker gidenler bazen gelip evlerine baş çekiyorlardı , eğin - başlarını değiştirip  gidiyorlardı .

Elmanın kuzeni Kamil de Ermenilere kan udduryordu . Ben duyduğuma göre , Ermeniler Kamil'in başına para koymuşlar . Onun başını Ermenilere verene iyi para verecektiler . Zavallı Kamil , o para sohbetinden sonra korkuyordu yaman . Arkadan vururlar diye .

Zengilanın , bizim köyün yiğit oğulları iyi savaşıyorlardı ( bazı namertleri çıkmak şartıyla ) . İşte bu yüzden idi Zengilan en sonda işgal edildi , yardımsız durumda , kuşatmaya  teslim oldu Zengilan ...

Ekim 20 kendimize kara haber geldi . Fuzuli ve Cebrail bölgelerinin çoğu köyleri işgal edildiği için Zengilan Bakü'ye giden yol kapatılmıştır . O yolda çok kanlar döküldü , Ermeniler o yolu elde tutmakla Zəngilanın umudunu kırdılar . Ama bizimkiler teslim olmuyorlardı . Yolu açmak mümkün değildi . Hiç kimse de köyden çıkmak istemiyordu . Şahsen ben Bakü'de 3 ay boyunca gördüklerimden öyle bıkmıştım ki , bir daha Bakü'ye gelmek istemiyordum . Ama durum agırlaşyordu  . İş o yere ulaştı ki , Laçından bizim köye koşup gelenler yeniden gidesi oldular . Ama nereye ? Yol kapalıydı ...

Artık askeri kuvvetler de geri çekilyordu . Yetişkinler danıştıktan sonra biz de köyden çıkası olduk . İlk defa köyden çıkanlardan kim geri qayıtmışdısa , götürdüklerini da getirmişti , öyle biz de götürdüklerimizden fazlasını getirdik ki , Ermeni falan yoktu , köyümüz yerindedir . Ama bu kez hiç ne almak olmazdı , sadece yimek - içmek ve sıcak giyim . Yine de arabaya 10 aile geldi . Hiç unutmam , ninem bir « poşet» tatlı nar aldı yolda yemeğe . Kalan şeyler hatırlamıyorum .

27 Ekim de biz dayımın otobüsü ile köyden çıktık . 3 ay önce Bakü'ye gidiyoruz diye sevinirken şimdi gerçekten ağladım . İlahi , ne dehşetdi o sahne . Sahipsiz kalan tavşanıma , köpeyimizü, bir de henüz tam tamir edilmemiş evimize bakıp ağladım . Hönkürüp ağlamıştım o gün 12 yaşında . Belki de ilk kez aglamadan köyden getmeyimin sebebi o idi ki , yeniden dönmek ümidi vardı . Çünkü o zaman " geçici sıkıntı " kelimesi beynimize işlemişti . Ama ikinci kez köyden çıktığında ben artık Bakü'nün ne olduğunu idrak etmiştim . Sanki katorqaya gidiyordum . Köyden çıkıp akrabalarımzın yaşadığı Melikli köyüne gittik . Orası Aras nehrine yakındı . Bize dediler ki , rahmetli Cumhurbaşkanı Haydar Aliyev İran'la müzakere etmektedir , muhtemelen İran bizim Arazdan keçmemize  izin verecek . Biz de bu nedenle Araz  nehrine yakınlaştık . Geceyi Melikli köyünde kaldık . Ertesi gün babalar  dedemin motosikılı ile yeniden köye gittiler . Onlar döndüğünde sevindim . Köyümüz henüz işgal edilmemişti . Hem de annemin sevimli çeyizlik somavarını getirmişti babam . Akşama bize talimat verildi ki , herkes Araz nehri boyunca yığılsın . İran kabul etti . Hem de Nahçıvandan da yardım gösterip, Arazın suyunu azaltmışlar  ki , biz o taya rahat geçe bilek . Biz Arazın sahiline  gittik . Dayımın otobüsü bizi soğuktan koruyordu . İyi ki , bu kez GAZ - 53 - le gidesi olmadık . Hava çok soğuk oluyordu akşamları . Araza yaklaşmak istedik , dikenli tellerle hasara alınmış sınır muhafızları bize yaklaşıp girişe izin vermediler . İlginçtir , 1993 yılında sınırda Rus askeri ne arıyordu ? Rus dilinde " olmaz " deyip , bizi bırakmıyorlardı . Büyükler işe karışınca sınır açıldı . Biz kuşatmada idik . Bazen büyüklerin yanında durup sohbetlere kulak asıyordum . Diyorlardı , bizi de Hocalı'nın gününe salacaklar . Ama o zaman Hocalı hakkında çok az bilgim vardı . Çünkü her gün televizyonda , radyoda Hocalıya benzer sayısız haberler duyuyordum . Şemistan Elizamanlı hüzünlü sesi ile bu haberleri okuyordu ve sonunda da kararsız halde « Zafer müjdeli sabahlaradek » deyip , haberini bitiryordu . Biz de artık köyümüzle vedalaşmıştık. Geceyi Arazın sahilinde geçirdik . Rüzgarlı hava vardı . Herkes kendi yükünün yanında ateş yakıp ısınyor , yemek pişirip çay demleyenler de az değildi .hayvanların nefesi  adamakıllı göç havası yaratmıştı . Yetişkinler  Arazı nasıl keçəcəyimizi tartışıyorlardı . Su fazlaydı . Makineler geçemezdi . Sabaha haber geldi ki , Nahçıvandan Araz nehrinin suyunu azaldıblar , İran da bizim o taya keçmeyimize izn veriyor . İran'ın eski Cumhurbaşkanı Haşimi Refsencanini bu kararına göre hep aklımda saklayacağım . Yoksa bizi kırıp suya tökecekdi Ermeniler . Kaçmaya başka yol yoktu . Onlar kırmasa da biz mecbur olup kendimizi suya atmalı idik . Yüzebilen , soğuğa tahammülü olanlar sağ kalacaklardı . Kalanlarını ise Araz yutacakdı ...

Sabah açılan otobüsten düşüp çiskinli havayı ciğerlerimize çekiyorduk . Ocaklar tütüyordu , çay demleyip yolüstü kahvaltı yapıyordu herkes . Biz de kahvaltı yaparken  duydum ki , dayım erkenden köye gidip , bir şeyler kalıp , onu getirecek . Ama hala gelmedi . Babam çok rahatsız oldu , oraya buraya debelenip dayımın qarasınca konuşuyordu ; « Ay zalim oğlu , köye dönmek vaktiydi ? » . Bu arada köylerin hızla işgal haberi geliyordu , tim de bize yakınlaşyordu . Dayımın gecikmesi hepimizi rahatsiz etmeye başladı başladı . Çünkü otobüsü o sürüyordu . Bir saatten sonra dayım geldi , babam bilmedi sevinsin , yoksa ağlasın sevinçten . Her iki durumda sevinci gözlerinden hissediliyordu . Çünkü dayım onun tek oğluydu ...

Dayım köyden bir şeyler getirmişti , otobüse topladı . Babamsa onu deyinyor  ki , daha gitmesin , cehennem olsun her şey .

Güneşin ışınları havayı tam aydınlattığı bir sırada bir ses duydum . Tepenin başında nöbet tutan yaşlı bir erkek " tez olun , Ermeniler geliyor » dedi . Araz'ın kıyısına yayılmış insanların arasına öyle bir velvele düştü ki , toz duman birbirine karıştı . Kimi çocuğunu haraylayırdı , gibi kocasını , kimi oğlunu , kimi de mal koyununu . İşin tersliyine bakın ki , hep birinci defadan çalışan otobüsümüz bu kez çalışmadı . Herkes gitti , yarım saatten sonra otobüs çalıştı . Biz de Araza yaklaştık . İlahi , burada ne dehşet vardı ? Ağlayış , ah - nale her yeri kaplamıştı . Suyun yüzünde siyah leke vardı sanki . Bir yandan sığır geçiren insanlar , bir tarafta suda olup aktıkça meleşen hayvanlar , gürültü düşüren tavuk - cüce , bir tarafta da Arazı yüzerek geçmek isteyenlerin taşvişi . Ölümden kurtulmak için insanlar her şeye hazırdı . Biz hala Araz'ın bu yakasında olunca birkaç askeri araç da Arazdan o taya geçti . O zaman bizi çok vahimli panik bastı . Dayım bir suya baktı , bir otobüse , sonra dedi , yok , bu makine bu sudan geçemez . Gerçekten de makinelerin çoğunluğu suya giremiyordu Çünkü tehlikeli idi . Ağır teknikalar  yardım ediyordu bazı makinalara . Sonra gördük , İran yandan da yardım geliyor , traktörler . Nedense , bu Persler'in traktörleri çok küçüktü . Bizim otobüsü traktöre tasarladılar ki , çekip o taya geçirsin . Suyun ortasında otobüs büyük bir taş parçasına takıldı . Traktör ne kadar çekdise de , yerinden kıpırdamadı . Bu arada Araz'ın suya da otobüsü vurup eğmişti , makinenin bir tarafı kalkıyordu . Aşmak tehlikesi vardı . İçeri su doluyordu . Biz de otobüste idi . İranlı traktör sürücüsü kabineden çıkıp her nasılsa koşkunu açıp « baba , ben çekebilmiyorum , başka makine bul " deyip gitti . Kaldık yardımsız . Şimdi her yıl Zəngilanın işgali ile ilgili telekanallarda gösterilen karelere dikkatle bakarsanız Araz'ın ortasında eğilmiş durumda duran beyaz renkli otobüsü göreceksiniz . O , bizim otobüsdü ...

Biraz sonra büyük bir traktör gelip otobüsü sürükleyerek o taya geçirdi . Şükürler olsun , sağ salim qurtulduq . Ona da şükürler olsun Arazdan geçince suda boğulup eleyen olmadı . Mal karası telef olanlar ise biraz üzülmüştü . İran tarafta maşınlardın düşüp ıslanmış yükleri boşalttık , biraz dincimizi alıp yola düşmeli idik . İran toprakları ile hareket edip İmişli bölgesine ulaştıktan sınırı keçecekdik . Ben bir de onda başımı kaldırdım ki , İran yandan dağlardan binlerce insan bizim üstümüze geliyor . Babama sordum ki , bunlar kimdir , Ermeniler buraya da gelir ? Dedi , yok , İranlılar . Bizim mallarımızı almaya geliyorlar . Evet , Araz'ın ötesindeki alışveriş başladı . Mal hayvanı o taya geçirebilenlerden kimse İran toprakları ile İmişli bölgesine kadar sığır aparası durumda değillerdir . Bu nedenle herkes satıyordu . İranlılar ise alıyordu . Benim İranlılara özel nefretim o zamandan oluştu . Bağımsızlık kazandıktan sonra İran'a gidiş - geliş başlamıştı . Ama az kişi gidebiliyordu . Ona göre de , İran parasını herkes tanımıyordu . İranlılar da küçük paraları Paket- paket  toplayıp bizi aldıtdılar . Düşünün ki , 5 bin liralık sığır alıp 5 Paket para veriyorlardı ki , « baba , helallik ver » . Parayı tanıyanlar aldanmadılar . Tanımayanlar ise Bakü'ye gelip burada İran parasını ulusal paraya değişince şoka düştüler . İranlılar bizi orada çok kötü aldatdılar . Akşama yakın herkes aldığını aldı , sattığını sattı . Halı , palaz , sığır , motosiklet , at - eşek , somavar , et çeken makine , paltartiken makine ve başka değerli şeylerin çoğu satıldı . Ama biz sadece hayvanları sattık . Herkes aynı anda yola düştü . Hudaferin köprüsünün yanından geçerken bizim köyler görünüyordu . Köyümüzün beyaz duman kaplamıştı . Dediler , Ermeniler yakıyor evleri . Ama sonradan bildik ki , köyü yok , ot tayalarını yakıp bize gözdağı verirmişler ki , gözünüzü çekin , daha yandı her şey .

Yol boyunca İran polisi bize eşlik ediyordu , yol gösteriyordu . Yolda durup mağazalara da baş çeke bildik , orada bizi sevecenlikle karşıladılar . Yolda ise İran polisi bizi birkaç kez saklayıp otobüsü yokladı . Nihayet , İran'dan İmişliyə geçip Azerbaycan toprağına ayak bastık ...

Tankçı Elmanı da gördüm yolda . Dediler , Ermenilerin 4 tankını vurup . Sonunda Ermeniler de bunu vurup , tankın sepini sıradan çıkardılar . Sürmek mümkün değilmiş . Elman da tanka mayın kurup patlatıp ki , Ermeni'den getirdiğimi yeniden onlara veren değilim ...

Bakü'ye vardıkda sabah saat 7 olurdu . Kamyondan düşen gibi akrabaların evine koştum . Annemler oradaydı . Biliyordum ki , annem çok üzgündü . Çünkü biz iki hafta kuşatma altında  kaldık . Bakü'de de televizyon her gün bu haberi veriyormuş . Zavallı annem , neler çekip o iki haftada . Sonradan öğrendim ki , bilet alıp trenle Zengilana gelmek istiyormuş . Onun bilet aldığı gün demişler ki , yol bağlı , hiç yana gitmiyoruz . Erkekler tek başına daha atak oluyor ya. Ben o sahneleri gözümün önünde hatırladığımızda idrak ediyorum ki , biz hiçbir şeyden korkmuyorduk , açılan top , Alazani füzeleri , Elmanın tankını , gecenin korkunç sessizliği bizi korkutmuyordu . Ama bu koşullarda yanımızda annem , ablam olsaydı korkulu olurdu . Şükrediyorum ki , bizim ablukaya düştüğümüz gün annemin bilet aldığı güne düştü ve annem trene binememiş . Biz kuşatmada kaldığımız günlerde çıkış yolu düşünerken  annem Bakü'de iki oğlunu , eşini kaybettiğini düşünüyordu . Ve bu düşünce ile de 29 Ekim u sabahı uykusuz açmıştı . Bugün de vağzala gidip « Zengilana tren varmı » diye soracaktı . Tüm geceyi ağlamıştı . Sabah saat 7 - de ben annemin dayısıgilin Kapısı'na ulaştım . Kardeşimden önde kaçıyordum ki , aneme sım- sıkı sarılayım , ona geldiğimizi haber vereyim . Kapı kapalıydı . Kapıyı üstünden atlayıp avluya düştüm . Kapıyı çaldım . Anamgil öyle kapının ağzındaki odada kalıyorlardı . 6 kişilik aile bir yerde kaldık 3 ay , sonra daha birkaç ay ...

İçeriden annemin sesi geldi . « Kimdir » , diye sordu . Annemin sesini duyduğumda gözümün yaşını tutamadım . Ağlayarak , " benim " dedim , " biz geldik ." Kapının nasıl açılmağından , birbirimize nasıl sarılmağımızdan haberim olmadı . Birce onu hatırlıyorum ki , annem " Allah'a şükür yavrum , başınıza dönüm » deyip , ağlayarak kapıyı açtı . Sonra hiçbir şey hatırlamıyorum . Aynı güne ait hiçbir şeyi hatırlamıyorum . Ama aylar - yıllar sonra « mülteci » olduğumuzu hatırladım , köyümüze bir daha gide bilmeyeceyimi  anladım . Anladım ki , büyük bir aile bir odada yaşayamaz . Anladım ki , akraba evinde çok kalmak olmaz . Öğrendim ki , « evimizden çıkın » sözünü dolaylı nasıl ulaştırmak olur . Onu da anladım ki , kendi yurdunda Han kefində yaşayanlar yabancı yurtta büklüm nasıl yaşıyorlar . Bir şeyi de fark ettim ki , erkek öyle 12 yaşında da aileye yardım etmelidir . Ve mülteciliyin  1 yılının tamamında aileye yardım için çalışmaya başladım . 13 yaşımda idim . Diyorlar , 13 devamlı . Benim de devamlı günlerim o zamandan başladı ... Bu günlere ise bin kez şükrediyorum . 20 yıl geçse de Zengilan deyince insanın içinde  garip hisler baş qaldırırsa , demek , umudumuz henüz ölmemiştir . Siyaseti bir kenara bırakıp , sıradan bir insan kimi , Zengilana dönmek istiyorum . Kendisi de yakında . İnsanlar hep kendi emellerine göre cezalanırlar . Acaba , bizim hangi emelimizden Tanrı hoşlanmadı  ki , 20 yıldır ceza çekiyoruz ? Zəngilansızlıq cezası ...

P.S. Köyümüzün işgalinden bir gün sonra , köyümüzden duman çıkan günün ertesi bir kişi köye döndü evlerinden bir şeyler almak istiyormuş . Eve girdiğimde görüp , birkaç asker evi yağmalayır , halıları sarıp götürmek istiyorlar . Adam askerlerin kolunda Azerbaycan bayrağı gördüğü için onlara « kimsiniz , burda oluyor yahu » diye seslendi . Askerler ellerindeki eşyaları yere atıp hiçbir şey demeden kaçmışlar ...

... Ve biz 29 Ekim İran toprakları ile harekete başladığımızda Araz'ın üzerindeki , Hudaferin köprüsünün yanında bir grup asker yiyip içiyordu . Sonradan duydum ki , içimizde olan haydut takımlarından biri imiş . Ermenilerle de araları iyi olup bu haydutların . Hatta , Zengilanın işgali günü eylenibler doyunca ...

 

 

 

 Çeviren Tural SAHAB

Önceki ve Sonraki Haberler

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum